"insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır o ferah ve delişmen gözüken birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır" derdi üstad. bu sözün sözler içinde bir yeri vardı. bir gençlik perdesi gözümden kalktığı gün bu söz asıl anlamını kavradı.
ismet özel şiirleri hep ilgimi çekmişti ama bulaşmak istememiştim. şairin o kapalı dünyasına girdiğimde başıma gelecekleri sezebiliyordum. çünkü bazı şeylerin farkında olmak insana ağır bir yük yüklüyor. farkındalık güzel fakat bir o kadar da acı. işte ismet özel'in farkındalığının şiire yansıması da insanın dimağında acı bir tat bırakıyor.
ben korkak bir insan olduğum kansındayım. hayatı yaşamaktan korkan bir insan.
puslu kıtalar atlası'ndaki uzun ihsan efendi gibi. tabi onun kadar engin bir düş dünyam hiç olmadı. belli başlı şeyler etrafında dönüp dolaşan kısır bir düşünce silsilesi. hayatı yaşamaktan beni alıkoyan şeyin de ne olduğu konusunda en ufak bir fikrim yok. kulak kesildiğim dünya ise melâli ve yorucu bir dünya. işte bu sebepten şairin acı, net ve keskin dünyasından uzak durdum. ne var ki bazı zamanlar bir söz insanın dimağına mıh gibi gelip çakılıyor. bu mıhı çıkarmak için günlerdir ismet özel şiirleri okuyorum, dinliyorum. okudukça mıh daha da dibe batıyor. mıh battıkça hayattan anlık kopmalar yaşıyorum. kendi betondan putuma ilk baltayı vurduğumda etrafımdakilerin parlak ve delişmen alınlarındaki kulluk zırhını gördükçe insanlığa ve kendime yabancılaşıyorum. halbuki onlar kadar iyi, onlar kadar kötü ve yine onlar kadar riyakârım. kimi zaman gün içinde kalabalık bir grubun arasında o kadar bunalıyorum ki kendimi ismet özel şiirleri okurken buluyorum. kalabalıklar içinde kendini hesaba çekmenin ağırlığının tarifi pek de mümkün olmuyor.